24 Mart 2012 Cumartesi

İNSANI HELAKE SÜRÜKLÜYEN 7 ŞEY


  Günah-ı kebâir ( Büyük Günahlar )

       İnsanı helak eden 7 büyük günah
  
  1- Allah’a şirk koşmak,
  2- Sihir yani büyü yapmak,
  3- Katillik,
  4- Faiz yemek,
  5- Yetim malı yemek,
  6- Cihadda savaştan kaçmak,
  7- Evli ve namuslu bir kadına, zina etti diye iftira etmek.



 ( Hadis-i Şerif / Buhari, Muslim)

23 Mart 2012 Cuma

BU TOPRAKLARIN BEDELİ



"Ben bir karış dahi olsa vatan
toprağını satmam, zira bu vatan
bana değil milletime aittir.
Milletim de bu toprakları ancak
aldığı fiyata verir. Çünkü bu
topraklar kanla alınmıştır, kanla
verilir!"


(Filistin'in kendilerine satılması
karşılığında Osmanlı'nın bütün
borçlarını tasfiye etmeyi
taahhüt eden Yahudilerin önderi
Theodore Herzl'a)


II. Abdülhamid Han Hazretleri

21 Mart 2012 Çarşamba

ALLAHÜMME ECİRNA MİNEN NAR


Allah Resulu sallu aleyhi ve sellem buyurdu:

"Akşam namazını kıldıktan sonra,hiç kimseyle konuşmadan yedi kere Allahümme ecirna minennar de! Çünkü bunu deyip de,o gece ölürsen ,mutlaka cehennemden kurtulursun.


Sabah namazından sonra da aynı şeyi söyle! Zira o gün ölürsen, ateşten kurtulmana karar verilir."


Hadis-i Şerif  (Müslim (r
a), Ebu Davud)

ÜÇ ŞEY



Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı. İçlerinden sadece birinde şemsiye vardı...

Bu, İNANÇtır.

Babalar yavrularını havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır. Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler. Çünkü babaları onu tutacaktır...

Bu, GÜVENdir.

Yatağımıza girerken yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair teminatımız yoktur. Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız...

Bu, ÜMİTtir.

Ve bu üçü varsa hayatınız güzeldir. 

Rabbim hayatımızdan inanç, güven ve ümidi eksik etmesin.

NAZAR DUASI


 
Nazar konusu bir çok insan tarafından kabul görmüş bir olgudur. (Hatta kafirler bile kabul etmektedir.) Nazara kimi ehl-i küfür bilimsel bir açıklama aramakta. Kimisi de nazar çıksın diye kurşun döktürmekte.

Bizim sünnetten öğrendiğimiz en önemli şeylerin başında dua geliyor. Nazar konusunda sünnet bize nasıl ışık tutuyor? Alimler neler diyor. İşte bunlarla ilgili bir çalışma yaptık. İnşaallah istifade olur.

Büyük velîlerden Hasan Basrî Hazretleri göz değmesine karşı (Kalem Sûresinin 51-52. ayetleri olan) şu âyetleri okurdu:
 

وَإِن يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ
 
"Ve in yekadullezîne keferû leyuzlikûneke biebsarihim lemmâ semiu'z-zikre ve yekulûne innehu le mecnûnun ve ma huve illâ zikrun lil âlemîn."

"Gerçekten o küfredenler Kur'an-ı işittikleri zaman az kaldı seni gözleriyle yıkacaklardı. "O, mutlaka bir mecnundur" diyorlar. Oysa Kur'an bütün alemler için büyük bir uyarıcıdır.." (Kalem Sûresi, 51-52)

Yarattığı şeylerin şerrinden Allah (c. c.)' in tam olan kelimelerine sığınırım." (Ebu Davûd, Tıp, 19; Dârimî, İsti'zan, 48; Muvatta, İsti'zan, 34; Ahmed b. Hanbel, 4/430)

"Bütün şeytanlardan, zararlı hayvanlardan, kem gözlerden Allah (c.c.)'ın tam olan kelimelerine sığınırım.
Hiçbir iyinin ve kötünün yapamadığı ve Allah (cc)'ın yaratıp vücuda getirdiği bütün şerlerin şerrinden,
Gökten inenlerin ve göğe çıkanların şerrinden,
Yerde bitenlerin ve yerden çıkanların şerrinden,
Gecenin ve gündüzün fitnelerinin şerrinden,
İyilik için kapı çalan hariç, gece ve gündüz her kapı çalanın şerrinden Allah (c. c.) 'ın tam olan kelimelerine sığınırım.
Ey Rahman (olan Allah'ım)" 
 
(Buharî, Kitabü'l-Enbiya, 10; Müslim, Kitabu'z-Zikr, 54, 55; Ebu Davud, Kitabu't-Tıb, 19; Kitabu'l-Edeb, 98; Tirmizî, Kitabu't-Tıb', 18; Kitabu'd-Deavât, 40; Ahmed b. Hahbel, 2/181, 290, 375, 448, 4/57.)

Yine bazı eserlerden öğrendiğimize göre Resûl-i Ekrem Efendimiz, torunları Hasan ve Hüseyin (r.a.)'e, nazar değmesin diye duâ okurlarmış. Bu duâyı şu şekilde tesbit etmiş bulunmaktayız:
 

اَعُوذُ بِكَلِماَتِ اللهِ التَّآمّةُ مِنْ كُلِّ شَيْطَاَنِ وَ هآمَّةِ وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لاَمَّ


"Euzu bi kelimâtillâhi't-tâmmeti min kulli şeytanin ve hammetin ve min külli aynin lammeh."
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, torunları olan Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin (r.a.)'a hitaben yine şöyle derdi:
"Şüphesiz ki, sizin atanız (İbrahim Aleyhisselâm) İsmail'i ve İshak'ı onlarla koruyordu." (Buharî, İbn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet etmiştir.)
 
 
-alıntı duagünlüğücom-

19 Mart 2012 Pazartesi

HER İŞTE BİR HAYIR VARDIR




Bir zamanlar Afrikadaki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.

Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:
-Bunda da bir hayır var!


Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu.

Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi:
-Bunda da bir hayır var!

Kral acı ve öfkeyle bağırdı:
-Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu? Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.


Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar.
Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.
-Haklıymışsın! dedi. Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi.

-Hayır, diye karşılık verdi arkadaşı. Bunda da bir hayır var.
-Ne diyorsun Allah aşkına?diye hayretle bağırdı kral. Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?

-Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene.

15 Mart 2012 Perşembe

PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN BİR GÜNÜ


Peygamber Efendimiz (S.A.V) gecenin son üçte birine doğru uyanırdı. Cihana bedel gözlerindeki uykuyu eliyle silerek doğrulur ve “Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak da O’dur.” diye dua ederdi.

Bazen Medine’nin berrak gökyüzüne bakarak, Al-i İmrân Sûresi’nin son on bir âyetini okurdu. Sağ tarafından başlayıp gömleğini giyer ve ilk iş olarak inci dişlerini misvâklardı.

Abdest bozacağı yere yaklaştığı sırada “Allah’ım! Her tür şeytandan (kötülüklerden ve günahlardan) sana sığınırım” diye dua eder, oradan uzaklaşırken “Allah’ım! Beni bağışlamanı dilerim” anlamında “Gufrânek” derdi. Abdest alıp teheccüd namazına başlardı.

Canlı ve coşkulu bir ibadetten sonra mübarek bedeni yorulduğu için yeniden istirahata çekilirdi. Ayrıca geceleri Bakî Mezarlığı’na gider, vefat eden ashâbına dua ederdi. Çok önem verdiği bu görevi hiç ihmâl etmezdi.

Sabaha doğru müezzin, Resûlullah’ın (S.A.V) evine iki defa uğrardı. Birincisinde namaz vaktinin girdiğini haber verir, o zaman Efendimiz tekrar kalkıp sabah namazının iki rekat sünnetini kılar, sağ tarafına uzanıp dinlenirdi.

Müezzinin ikinci gelişinde mescide çıkıp kendisini bekleyen ashâbına sabah namazını kıldırırdı. (Buhârî, Teheccüd 23)

Namaza başlamadan önce safların ip gibi düzgün tutulmasını tavsiye eder, bazen sahabilerin omzuna dokunarak herkesi bir hizaya getirirdi. (Müslim, Salât 122-128)

Ortalık iyice aydınlanmadan namaz kılınmış olur, kadınlar geldikleri gibi sessizce evlerine döner, âcil işi olmayan erkekler Peygamberimiz’le (sav) beraber olmak, onun gül yüzüne doya doya bakmak için yerlerinden ayrılmazlardı.

Mihrapta bağdaş kurup oturan Efendimiz (sav) güneş doğuncaya kadar ashâbıyla sohbet ederdi. (Müslim, Mesâcid) Bazen ashâbına o gece gördükleri rüyayı sorar, rüyalarını tâbir ederdi; rüya gören olmamışsa kendi rüyasını anlatırdı.

Zira Peygamberimiz (sav) rüyalarda önemli olayların ipuçlarını bulur, mü’minin gördüğü rüyanın peygamberliğin kırk altıda biri olduğunu söylerdi. (Buhârî, Ta’bîr)

Peygamber Efendimiz (sav) daha sonra eve döner, besmele çekerek içeri girer, sol tarafından başlayıp ayakkabısını çıkarır, ev halkına selâm verirdi.

Eve besmeleyle girildiğinde şeytanın üzüldüğünü, adamlarını “Artık burada kalamazsınız” diye uyardığını söylerdi. (Müslim, Eşribe) Eve girerken “Allah’ım! Senden hayırlı giriş, hayırlı çıkışlar niyaz ederim. Allah’ın adıyla girdik, Allah’ın adıyla çıktık ve Rabb’imiz olan Allah’a tevekkül ettik.” der, içeri girer girmez yine dişlerini misvâklardı. (Müslim, Tahâret)

Sonra hanımına evde yiyecek bir şey olup olmadığını sorar, yiyecek bir şey yoksa oruca niyet ederdi. (Müslim, Sıyâm) Eline geçeni yoksullarla paylaştığı için yiyecekleri sık sık tükenir, evlerinde haftalarca yemek pişmediği olurdu. Aişe annemizin dediği gibi böyle zamanlarda hurma ve su ile veya komşuların gönderdiği yiyeceklerle yetinirlerdi.

Gün olur bir tabak yemekle, gün olur birkaç hurmayla idare ederdi. Bir şey yerken besmele çekmeyi, sonra da “elhamdülillah” demeyi hiç ihmal etmezdi.

Evde bulunduğu saatlerde eşlerine her konuda yardım ederdi. Gerekirse evi süpürür, hayvanları sağar, elbisesini yamar, kendi işini kendi yapardı. (Ahmed İbni Hanbel, Müsned)

Her sabah onların hatırını sorar, ihtiyaçlarını öğrenir, sonra da bunları temin ederdi. Yolda karşılaştığı kimselere selâm verip tokalaşırdı. Duha namazı diye de anılan kuşluk namazını hiç ihmal etmezdi. Öğle sıcağı iyice bastırınca kaylûle yapar yani öğle uykusuna yatardı. Sevdiği kimselerin evinde kaylûle yaptığı da olurdu. Vaktinin önemli bir kısmı Mescid-i Nebevî’de geçerdi. Müslümanlar’la orada görüşüp sohbet eder, sorularını cevaplandırır, öğüt isteyenlere öğüt verirdi.

Önemli bir duyuruda bulunacağı zaman herkesi orada toplar, ganimet mallarını dağıtır, göndereceği heyetleri, askerî birlikleri, tayin edeceği kumandanları, valileri, zekât memurlarını, dini öğretecek muallimleri belirler, yabancı heyetleri kabul eder, onları orada veya mescidin yanında kurulan çadırlarda ağırlardı.

Sağ tarafına yatardı. Yatsı namazı kılındıktan sonra önemli bir işi yoksa, kardan beyaz dişlerini temizleyip abdestini alır, yatağına gider, İhlâs ve Muavvizeteyn’i yani Kulhüvallâhüahad ile Kul eûzüleri okuyup ellerine üfler, sonra da ellerini yüzüne ve vücuduna sürerdi. Yavaşça sağ yanına uzanır, mis kokulu avucuna gül yanağını koyar ve bazı dualar okurdu.

Kimi zaman kısaca “Allah’ım! Senin adınla ölür, senin adınla dirilirim” anlamında “Allâhümme bismike emûtü ve ahyâ” der (Buhârî, Daavât) bazen daha uzun dualar okur, sonra kendisini bir tür ölüm kabul ettiği uykunun kollarına bırakıverirdi.
 
alıntı iyilikguzellik.com

PEYGAMBER (SAV)'İN YÜZÜNDEKİ HASIR İZİ

Hz. Peygamber Hurma Lifi Doldurulmuş Bir Yatakta Yatardı

Hz. Ömer (ra), bir gün Allah Resûlü‘nün huzuruna girdi. Efendimiz, yattığı hasırın üzerindeydi ve yüzünün bir tarafına hasır iz yapmıştı. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü’nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Hz. Ömer (ra), bu manzara karşısında rikkate geldi ve ağladı. Allah Resûlü niçin ağladığını sorunca da Ömer (ra):

- “Ya Resûlullah! Şu anda kisralar, krallar saraylarında kuş tüyünden yataklarında yatarken, (kâinat, yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan) Sen, sadece kuru bir hasır üstünde yatıyorsun ve o hasır, Senin yüzünde iz bırakıyor. Gördüklerim beni ağlattı.” cevabını verir.

Bunun üzerine Allah Resûlü, Ömer’e (ra) şu karşılıkta bulunur:

- “İstemez misin ya Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun.”

(Buharî, Tefsir)

12 Mart 2012 Pazartesi

FARKINDA OLMALI İNSAN


                              FARKINDA MISINIZ ?


Mallarımız arttı, keyfimiz azaldı.

Daha büyük evlerde, ama daha küçük ailelerle yaşıyoruz.
Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı.
Diplomamız bol ama sağduyumuz az.
Uzmanlar arttı ama sorunlar çoğaldı.
İlaçlar çoğaldı, hastalıklar arttı.
Çok para harcıyoruz ama az gülüyoruz.
Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz.
Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz.
Çok konuşuyor ama az gönül veriyor ve bol yalan söylüyoruz.
Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik.
Ay'a kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza uğramak için karşı sokağa gidemiyoruz.
Uzaya ulaştık ama kendi iç derinliklerimizden habersiziz.
Havayı temizledik ama ruhları kirlettik.
Atomu parçaladık, önyargılarımızı yıkamadık.
Çok yazıyor ama az gelişiyoruz.
Daha çok plan yapıyor ama daha az sonuç alıyoruz.
Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla.
Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı.
Tanıdıklar çoğaldı ama dostlar eksildi.
Çabalar arttı ama mutluluklar azaldı.
Daha mutlu olmak için somurtarak çalışıyoruz.
Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik.
Ve nihayet: 
Hayata yıllar ekledik, yıllara hayat katamadık.

10 Mart 2012 Cumartesi

KARINCA İLE ASLANIN HİKAYESİ

 
Küçük bir karınca her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı.

Çok çalışır,… çok üretir... Ve bunları keyif içinde yapardı.

Patronu aslan, karıncanın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı. Bir gün karı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi. Eğer karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı.

Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü hamamböceğini işe aldı. Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece karıncanın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için örümceği işe aldı.

Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamam böceğinin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve karlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi. Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti.

Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artık artan ekipmanlar için de artık bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için sineği işe aldı.

Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan karınca bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu.

Aslan, karıncanın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üst yöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü. Ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü ağustos böceğini işe aldı.

Kendi rahatına ve keyfine düşkün ağustos böceğinin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu. Tabi ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısını işe aldı.

Karıncanın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekana dönüşmüştü. Ağustosböceği, patronu aslanı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti.

Bunu üzerine, karıncanın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren aslan, üretimin ve karlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü farketti. Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir danışman olan baykuşu sorunu çözmesi için işe aldı.

Baykuş, karıncanın departmanında 3 ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı.

Raporun sonucu şuydu: Departmanda aşırı istihdam vardı.

Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi. Ve, elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan karıncayı işten çıkardı...

6 Mart 2012 Salı

GELECEĞİN SUÇLUSUNU YETİŞTİRMENİN 8 BASİT KURALI


 

 GELECEĞİN SUÇLUSUNU YETİŞTİRMENİN EN BASİT KURALLARI

* Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başlayın. Bu biçimde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.


* Kötü sözler söylediği zaman gülün. Böylece o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.


* Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin! Yirmi bir yaşına gelince de kendi kararlarını, kendisi versin diye bekleyin.


* Yerde bıraktığı her şeyi kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını,kıyafetlerini,onun için her şeyi siz yapın ki, o tüm sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışsın.


* Onun gözünün önünde sık sık kavga edin ki, böylelikle aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.


* Ona istediği kadar harçlık verin ki, hiçbir zaman kendi parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin.


* Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili tüm isteklerini yerine getirin ki, istediklerine ulaşmak için çalışmak gerektiğini öğrenmesin.


* Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı her zaman onun tarafını tutun ki, onların hepsine karşı peşin hükümleri oluşsun.


* Tüm bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğimiz çocuğunuz bir gün suç işlerse, kendisinden özür dileyin. Ama onu felaket dolu bir yaşama hazırladığınız için kendinize teşekkür etmekten geri kalmayın.



Bu belge, ABD Houston Polis Müdürlüğü tarafından hazırlanmış ve kentteki tüm evlere ve okullara dağıtılmıştır. 

Strese İyi Gelen Şeyler